Âşık dertli, Maşuk mahzun

(BİR KUTLU DAVANIN VE BİR ALTIN NESLİN HAZİN KİKÂYESİ)

Bizi ve sevdamızı bilmeyenler, anlayamayanlar; ülkücülüğü siyasi bir güç zannedenler, irademizle kaydolduğumuz partiden, yine kendi irademizle; hem de milli hâkimiyetin tecelli ettiği günün yıldönümünde -23 Nisan 2017 günü- istifa ederek ayrılışımız üzerine “ülkücülük de, dava da, sevda da bu partide olur; onların sevdası da davası da bitti,” demişler. Sevdamızı bir başka yazıda anlatmak üzere, ayrılış günü kaleme aldığımız duygularımızla cevap verelim bu dostlara….

Anadolu’nun kavruk yüzlü, yoksul çocuklarının sevdası genelde hep böyle başladı, böyle gelişti, böyle devleşti ve böyle bitti. “Ülkü denen nazlı gelin” adam gibi adamlar tarafından sevildi, uğrunda çekilen çileler haz bilindi. Beş bine yakın ülkü devi, şahadet şerbetini içerken; binlercesi ölümden döndü, davadan dönmedi…

Şer odaklarının yıllardır gerçekleştirdiği saldırılar sindiremedi onları… Irkçı diyenlere, faşist diyenlere güldüler geçtiler. İnadına milletin değerlerini daha çok sevdiler, dertlerini dertleri bildiler. Bu ülkenin bekası, necip Türk milletinin birlik ve beraberliği için herkesi kucakladılar… Ezildiler, horlandılar, ötelendiler; bayrağı asla yere düşürmediler… Hiçbir olumsuzluk, geleceğe olan imanlarını yıkamadı, hiçbir baskı, haksızlık ümitlerini kıramadı.

Her şey dava öncülerinin; ülküdaş yerine, yol arkadaşları ile yola devam edeceğini ilan etmesiyle değişti. Davanın kutsiyet ve büyüklüğünden sapanlara biat etmeyen; ömrünü kutlu davasının emrine veren fedakâr, çilekeş insanlar; boyunlarına asılan “hain” yaftasıyla ötelendi.

Fedakâr, cefakâr bir altın nesil, cezaevlerinin küf kokulu salonlarını “Taş Medrese” yapan alperenler çok çabuk unutuldu.. Şimdi ülkü bahçelerinde hazan var… Şimdi ülkü denen nazlı gelin mahzun, şimdi ülkü denen nazlı geline meftun, karasevdalılar üzgün… Buna sebep olanları; bu kutlu davayı öksüz bırakanları, bu davanın çilekeş yiğitlerini vefasızca heder edenleri, birbirine düşürenleri tarih unutmayacak, mutlaka yazacaktır.

Karasevdalılar, ayrı düşmenin hüznü ile bağırlarına taş basarak; inançlarının, imanlarının, davalarının, ülkülerinin adamı olmaya devam edeceklerdir. Biraz kırgın, biraz küskün, biraz buruk… Nizam-ı Âlem Ülküsünü bertaraf edenleri, milletin beka kalesini acze düşürenlere, umut ışıklarını el kapılarında söndürenlere; durdukları yere ve düştükleri duruma bakmadan, “kendilerinin haklı olduğunu, Türkiye’nin bekası için doğru yolu seçtiklerini söyleyenlere” gülüp geçecekler.

Biz de gülüp geçceğiz onlara….

Geçmişte izbe binaları meşveret evi, ülkü evi yapmak için birlikte badana yaptığımız; ıslak yanmaz odunları birlikte üfleyerek ısındığımızı zannettiğimiz, kardeşten de yakın arkadaş, ülküdaş olduklarımızla bizi karşı karşıya getirenlere hakkımızı helâl etmeyeceğiz.

Bize binde bir yanılma ihtimali bile bırakmamalarına rağmen ülkücü hukuku ve vefanın gereği biz onları itham etmeyeceğiz. Adlarını hep saygı ile anma erdemini gösterecek ve sadece yüce Allah’a havale edeceğiz.

Şimdi gül bahçeleri hazan… Âşık dertli, maşuk mahzun…Fakat sevdaları baki.. Hep baki kalacak. Yüreklerinde o sevdanın ateşi yanacak. Dudaklarında “Ömür biter gider bitmez bu SEVDA” mısrası nakarat olacak. Belki bir gün Tanrı Dağları’nda divan kurulunca; akla, kara; haklı ile haksız ortaya konacak… Kimbilir?…

Sevdası olanlara selam olsun, Tanrı Türk’ü korusun…