Türkiye, 17 ve 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk sürecini, AKP Hükümeti ile Gülen Cemaati arasında yaşanan “iktidar nimetlerinin paylaşımında ortaya çıkan gerilimin sonucunda öğrenmiş oldu. AKP 2002 yılında iktidar olduktan, 17 Aralık 2013’e gelinceye kadar kamuoyuna yansıyan konuşmaların bazılarını hatırlayalım istedim.
2010’daki referandumdan önce Fettullah Gülen’in, “imkan olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda 'Evet' oyu kullandırmak lazım. Mezardakiler bile kalksın. Ben zannediyorum kalkarlar da” dediğini biliyoruz.
Bugün onlara Haşhaşiler diye öfkeyle seslenen Tayyip Erdoğan’ın; 2012’deki Türkçe Olimpiyatları'nın kapanış töreninde; "Kardeşlerim, gurbet hasrettir. Hasret bedeli çok ağırdır, faturası çok ağırdır. Biz, gurbette olup, şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz" dediğini de biliyoruz.
Daha 2013’de, Başbakan Erdoğan ile birlikte ABD’ye gidip, Gülen’i ziyaret eden Bülent Arınç’ın “1975’den beri Hocaefendi’yi tanırım. Kendisine büyük saygım, sevgim var. O siyaset üstü bir insandır” dediğini de unutmuş değiliz.
Arınç’ın ve Erdoğan’ın Gülen için “sevgilerimi iletin, bir emri olur mu, tavsiyeleri olur mu öğren” dediğini ve ardından, “3 saate yakın birlikte olduk. Hükümetle cemaat arasında bir soğukluğun olduğu söyleniyor. Bunları kesinlikle reddediyorum. Hoca Efendi’yi tanımayanlar böyle söylüyor” dediğini de hatırlıyoruz.
AKP Hükümeti ile Gülen Cemaati arasındaki bu muhabbet, tam 11 yıl sürmüştür. 11 yıl içerisinde, Roboski’de köylüler katledilmiş, Kuddusi Okkır cezaevinde ölüme terk edilmiş, Ali Tatar intihara sürüklenmiş, Ergenekon’dan Balyoza, KCK’dan ODA TV’ye pek çok davada asker, sivil nice insan haksız ve hukuksuz bir biçimde hapse atılmış, toplumun gözü önünde yargısız infaza tabi tutulmuşlardır.
Yandaş medya, tıpkı bugün Gülen Cemaatine yönelik yaptığı kirli enformasyonu, o zamanlar da pek çok masum insana karşı yapmıştı. İşin ilginç tarafı; o zaman AKP ve Gülen medyası paralel yayın yapıyorlardı.
Gazeteci Ahmet Şık, Nedim Şener, Soner Yalçın, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan hakkında çarşaf çarşaf yalan haberler yazmışlardı.
Sonra AKP ile Cemaatin arası iktidar bölüşme kavgası nedeniyle bozulmuş, Erdoğan “ne istediler de vermedik” demişti.
17 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu’nun en çarpıcı itirafını, şu sözleriyle Erdoğan Bayraktar yapmıştı:
“Fakat rüşvet ve yolsuzluk ifadelerinin bulunduğu bir operasyon sebebiyle 'istifa ediniz ve beni rahatlatacak deklarasyonu yayınlayınız' şeklinde tarafıma baskı yapılmasını kabul etmiyorum. Etmiyorum çünkü soruşturma dosyasında var olan ve yasalara uygun olarak onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan'ın onayıyla yapıldı”.
Rüşvet ve yolsuzluk, esasen muktedirlerin mağdurlar üzerinde hegemonya kurma süreçleri kadar eski birer toplumsal hastalıktır.
17 ve 25 Aralık da göstermiştir ki, rüşvet ve yolsuzluk, demokrasinin rafa kaldırılmasını, insan haklarının ihlal edilmesini, özgürlüklerin askıya alınmasını ve adil bölüşümün olanaksız hale gelmesini anlatmaktadır.
Devlet yönetmeyi, ulufe dağıtmak zanneden AKP Hükümeti, bir bumerang gibi dönüp yıllarca birlikte olduklarına saldırmaya başlaması da bunu göstermektedir.
İşte bu nedenledir ki; herkes için demokrasiyi, herkes için hak ve özgürlükleri, hukukun üstünlüğünü, adaleti savunan demokratik bir Türkiye istiyoruz.
Saygılarımla