AKÜ’de Hacı Ali Bey Paneli düzenlendi

Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Rektörlüğü Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanlığı tarafından 18 Aralık 2014 tarihinde “Afyonkarahisarlı Hacı Ali Bey” adlı bir panel düzenlendi.

Panelin açılış konuşmasını yapan AKÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mustafa Güler, Tarih Bölümü ile Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanlığının gerek Türkiye’nin genel meselelerini gerekse Afyonkarahisar’ın değerlerini önce öğrencilerimize daha sonra Afyonkarahisar halkına tanıtmak amacıyla toplantılar düzenlediğini söyledi. Güler, “Bu çerçevede bölümümüz öğretim üyelerinden aynı zamanda Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı olan Doç. Dr. Turan Akkoyun hocamız, Afyonkarahisar basını ile ilgili güzel bir proje yürütüyor. Bu proje çerçevesinde geçtiğimiz ay Abdullah Mahir Erkmen’i anma toplantısı düzenlendi. Bugün de Afyonkarahisar için önemli bir zat olan Hacı Ali Bey’i anacağız. Kendisi Hacı Âşık Tekkesi’nin müntesiplerinden ve torunlarındandır” dedi.

 

Torunu Erdoğan Emre, dedesi Hacı Ali Beyi anlattı

 

Konferansta Güler’in ardından söz alan Hacı Ali Bey’in torunu Mimar Erdoğan Emre, dedesinin basın hayatından iş hayatına ve merhumun döneminde Afyonkarahisar’ın sosyal hayatına dair açıklamalarda bulundu. Panelin düzenlenmesi nedeniyle AKÜ’nün önemli bir eksikliği giderdiğini ifade eden Emre, “Kıyıda köşede kalmış, unutulmuş ancak halka mal olmuş, Cumhuriyetin kuruluşunda yaygın tabirle Cumhuriyet’e kol kanat geren insanların bulup çıkartılarak yeniden topluma kazandırılması, üniversitelerin görevidir” dedi. Emre, Afyonkarahisar’ın basın hayatında İstanbul, Ankara ve İzmir gibi metropoller haricinde diğer illere nasip olmayan bir biçimde önemli değerler yetiştirmesinin son derece dikkate değer ve övünülmesi gereken bir olduğunu ifade etti.

 

Emre, dedesi Hacı Ali Bey’in çıkardığı gazetenin nüshasını ilk kez 1980’li yıllarda gördüğünü belirterek, “Dedemin çıkardığı gazeteyi bundan 30-35 yıl önce ilk defa ve tesadüfen Milli Park Müdürlüğü’nde önüme koyunca çok şaşırmıştım. Eski yazı olduğu için okuyamadım tabii. O dönemde bir hocama göstermiştim. Kendisi bana gazetenin adının Söz Birliği olduğunu ve yayınlandığı dönemde cepheden haberler verdiğini söylemişti. Hatırladığım kadarıyla Türk ordusunun cephede gayet iyi durumda olduğunu, gıda takviyesi olsa durumun daha iyi olacağını anlatıyordu. Halk olarak İstiklal Savaşı’nı yokluklar içinde kazanmıştık” diye konuştu.

 

Sobanın altındaki mermer, gazete baskısı için kullanılmıştı

 

Dedesinin dinine son derece bağlı koyu bir Müslüman olduğunu söyleyen Emre, “Dedem koyu, radikal bir dindardı ama son derece açık bir adamdı. O günlerde tellal duyuru yapmıştı. Bundan sonra kadınlar siyah örtü giymeyecek demişlerdi. Dedem büyükanneme bundan sonra manto giyeceğini söylemişti. Büyükannem o günden sonra manto ve başörtüsü giymişti. O dönemde hem biz hem de tüm mahalle dedemin bu tepkisine şaşırmıştı” ifadelerini kullandı. Çocukluğunda evlerinde sobanın altında bulunan bir mermer bloğun dedesinin gazete baskısında kullandığı bilgisini büyükannesinden aldığını anlatan Emre şöyle konuştu:

 

“Soğuk kış gecelerinde yanan sobanın altındaki mermerde evimizin kedisi yatardı. O zamanlar fareler olduğu için evlerde kedi bir demirbaştı. Ben o kediyi severken mermerin kenarında mürekkep olduğunu görürdüm. Büyükanneme bu nedir diye sorduğumda dedemin çıkardığı gazetenin baskısında o mermerin kullanıldığını söylemişti. Dedemin gazeteci olduğunu bu şekilde öğrenmiştim. Dedemin pek çok işinin arasında ki öğretmenliğinin, ziraatçılığının, afyon ticaretinin yanında gazete çıkardığını öğrenmiştim.”

 

Afyonkarahisar’a ilk biçerdöver gelir ancak kabul görmez

 

Emre, 1900 yılında dedesinin ilk eşi Huriye hanımla evlendiğini dile getirerek, “Hacı Âşık Efendi’nin torunu olan Huriye Hanım, İstanbul’da Tedrisatı İpditayiye’den mezun olarak öğretmen olmuştu. Huriye Hanımın babası ise Sandıklı müftüsü olan Baha efendiydi. Baha Efendi yeşil sarıklı diye bahsedilen yani Peygamber sülalesine müntesip olduğu söylenen bir zattı. Baha efendinin 4 çocuğu vardı. Bunlardan biri olan Fakir Bey Atatürk’ün milli eğitim kadrosunun en önemli isimlerinden biriydi. Milli Mücadele sırasında Afyon’dan Sivas’a, Sivas Kongresi’ne kelle koltukta gitmiş bir isimdir. Fakir Bey benim dayım oluyor” diye konuştu. Dedesinin çiftçilik konusunda yenilik yapmayı denemiş bir insan olduğunu anlatan Emre, Afyonkarahisar’a ilk biçerdöveri de dedesinin getirdiğini söyledi.

 

Emre şöyle devam etti: “Dedem, gençlik çağı çiftçilikle geçinirken 1920’den önce modern usullerle çiftçilik yapmaya heveslenerek, Afyonkarahisar’a bir biçerdöver makinesi getirmiştir. Afyonkarahisar’da o dönemde pek çok Ermeni yaşıyordu ki 3 tane kiliseleri vardı. Dedem bunun için Fransa’da yaşayan bir Ermeni ile mektuplaşmış ve biçerdöveri Fransa’dan alabileceğini duyması üzerine trenle Fransa’ya gitmiştir. İsviçre’den aldığı biçerdöveri Afyonkarahisar’a trenle getirmiştir. Ne yazık ki o getirdiği makine halkı memnun etmediği gibi tarlada bu gidişle bereket kalmayacak diye nefretle karşılanmış ve çalıştırılmamıştı. Dedem o dönemde Hacı Aşık Cami’nin altındaki samanlığa konulmuştu.”

 

Söz Birliği gazetesi 20 ay yayın hayatını sürdürdü

 

Dedesi Hacı Ali Bey’in 20-22 yaşlarında zor şartlarda Söz Birliği gazetesini günlük olarak çıkarmaya başladığını kaydeden Emre, o yıllarda yaşanan sıkıntılara rağmen gazetenin 20 ay yayın hayatını sürdürdüğünü ifade etti.

 

Emre Söz Birliği gazetesi ile ilgili olarak şu bilgileri paylaştı: “Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı’nın çöküşü, yokluk ve işgal yılları, karneye bağlanan ihtiyaç malzemeleri, halkı tamamen bezdirmiş; aydınlar, din adamları, ileri gelen tüccarlar ve cesur vatanseverler ellerinden gelen her şeyi yaparak, halkın moralini yüksek tutmaya çalışmışlardır. Cemiyetler ve komiteler kurulmuştu. Sarıklı mücahitler cami minberlerinden değil, şehir ve köy meydanlarından ve kahvelerden halka gayret veriliyorken 20-22 yaşlarındaki Hacı Ali Efendi, Söz Birliği adlı bir gazete çıkarmayı planlıyordu. 20 Ocak tarihinden 23 Eylül 1921 tarihine kadar 20 ay devam eden eski Türkçe harflerle basılan bu gazete önceleri cumartesi ve Pazar hariç her gün, sonralarında ise Cuma dışında her gün neşredilmişti. Basım yeri Liva Matbaasıydı. Bugün Uzun Çarşı’da sağ tarafta yer alan Zülali Camii’nin bulunduğu aralık ya da bir önceki aralık olan Köle Hanı içerisinde bulunuyordu. Bu matbaa daha sonra Demirci Mehmet Efendi’nin isteği üzerine Aydıneli gazetesinin basımı için Aydın’a gönderilmişti. Nedenini bilmiyoruz ama 1921 yılında Afyonkarahisar’da ikinci işgal vardı. Günde 500 adet basılan bu siyasi, içtimai ve edebi gazetenin imtiyaz sahibi Hacı Ali Efendi’ydi. Mesul müdürü Osman Nuri ve Başyazarı Faruk Şükrü Efendi’ydi. Tanesi 5 kuruş olan gazetenin aylık aboneliği 100, 3 aylık aboneliği ise 250 kuruşmuş.”

 

Kışlacık köyündeki kıraç tarlalarda sebze yetiştirilmesini sağlamıştı

 

Dedesinin 1933-1934’lü yıllarda işlerinin bozulmasından dolayı öğretmenliğe dönüş yaptığını ve 1942’de İscehisar Esar-ı Terakkim Mektebi Muallim’nden emekli olduğunu dile getiren Emre, “Bugün İscehisar’da 70 yaşın üzerindeki pek çok insan onu gayet iyi hatırlar. DEMMER’in sahibi Şuayip Demirel’in rahmetli babası ve kardeşleri dedemin öğrencilerindendi. 1950 yılında emekli olan dedem emekli maaşı olarak 3 ayda bir 50 lira alırdı” diye konuştu. Dedesi Hacı Ali Bey’in Kışlacık’taki bağında zirai hünerlerini sergilediğini ve orada her türlü sebze ve meyveyi yetiştirdiğini ve aşı yaptığını anımsadığını kaydeden Emre şunları belirtti:

 

“Afyon ikliminde yetişmeyen fidanları aşılayarak çeşitli denemeler yapardı. Örneğin Kışlacık’ta fındık ve kestane yetiştirmişti. 1948-1950 yıllarında köylünün ısrarı üzerine Karaağaç deresi üzerine bir un değirmeni inşa etmişti. Bu dereyi ileriden yukarı kaldırıp yaptığı arklarla suyunu yukarıdan indirerek değirmen taşını çeviren bir değirmen yapmıştı. En az 10 yıl çevreye canlılık getirmişti. Kışlacık’a yapılan 800-900 metrelik ark hattı boyunca kıraç tarlaların bahçe olmasını sağlamıştı.”

 

Gezekler Afyonkarahisar’ın en önemli sosyal etkinliğiydi

 

Dedesinin yakın dostları ile gezekler tertiplediklerini anlatan Emre, gezeklerin o dönemin Afyonkarahisar’ının en önemli sosyal yaşam etkinliği olduğunu ifade etti.

 

Emre sözlerini şöyle noktaladı: “Bu toplantılar o günlerin sinema, televizyon, gazete ve telefon gibi iletişim araçlarının olmadığı yalnız zengin evlerinde bulunan radyoyla eğlenildiği bir zamanda sosyal hayatın önemli bir parçasıydı. Dedemin iştirak ettiği gezek; programlı, ciddi ve çok seviyeli olurdu. Bu sanki herhangi bir gezekten öte istişare toplantısı gibi olurdu. Bu gezeklere o günlerin favori isimleri olan Bekir Efendi, Sarıklı İmam Mücahit, Müftü Ahmet Gümüş, Din Adamı Müftü Hüseyin Bayık, Tüccar Murat Çelikaksoy, Belediye Baş Katibi Hamdi Bey, İtfaiye Amiri Hulusi Açıkgöz, Ömer Altınay, Harun Nakiboğlu, Kemal Bayık, Ahmet Öğüt gibi isimler katılırdı. Bunların her biri başlı başlına derya adamlardı. Dedem biçerdöver makinesi getirmiş, matbaa getirmiş ve gazete basmış, ticaret yapmış, öğretmenlik yapmış, değirmen inşa etmiş bir insandı.”

 

Hacı Ali Bey bir mutasavvıftı

 

Açılış konuşmalarının ardından AKÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sadık Sarısaman’ın moderatörlüğünde başlayan panelde ilk olarak söz alan AKÜ Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Selim Kaya, Hacı Ali Bey’in tasavvufi boyutuna ilişkin bilgiler verdi.

 

Kaya, Hoca Ali Bey’in Nakşi tarikatının Halidiye koluna bağlı olduğunu belirterek aynı zamanda yaşadığı dönem içinde Afyon’daki halifesi olduğunu söyledi. Hacı Ali Bey’in şeyhi olduğu tarikatta sohbetin çok önemli bir yer kapladığını dile getiren Kaya, “Tasavvufi eğitim gezek programlarında Hacı Ali Bey tarafından yapılmış; bu sebeple daha çok insan toplanmış ve ondan istifade etmeye çalışmışlardır. Sohbet, Nakşi tarikatında çok önemlidir; önemli bir iksirdir. Bu sebeple çok fazla önem verilir. Dolayısıyla sohbetler şeyh ile müridin ya da bir araya gelen tarikat mensuplarının birbirlerinden etkileşimidir. Birebir karşısından açığa çıkmayan bilgileri almanın en kolay yoludur. Dolayısıyla bu gezeklerde tasavvufi sohbetler yapılıyordu” diye konuştu. Nakşibendî-Halidi şeyhlerinin en çok faaliyet gösterdikleri ve etkili oldukları bölgelerin başında özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Balkanların geldiğini anlatan Kaya, “Zaman içinde Nakşibendiye, İstanbul ve çevresinde Halidiler tarafından temsil edilmeye başlamıştır. Halid el-Bağdadi’nin İstanbul’a gönderdiği ilk halife olan Muhammed Salih’ten sonra bu göreve getirilen İzmirli Ahmet Eğribozi vasıtasıyla tarikat Osmanlı bürokrasisinde yayıldı. Mekkizade Mustafa Asım ve Mehmet Refik Efendi gibi şeyhülislamlar, Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Said Paşa, Davut Paşa, Gürcü Necip Paşa, Namık Paşa gibi kişiler Halidiliğe intisap etti” ifadelerini kullandı.

 

Halidiler, basın-yayın konusunda aktifti

 

Alevi temayülünün en az bulunduğu tarikatın Nakşibendilik olduğunu ifade eden Kaya, “Hatta Nakşibendilik Şii ve Alevi temayüllere karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır denilebilir” dedi. Halidi şeylerinin, 1924’te medreseler kapatıldıktan sonra doğu ve güneydoğu bölgesinde resmi medresede okutulan ilimleri kendi özel medreselerinde okutmaya devam ettiklerini anlatan Kaya şunları kaydetti:

 

“Halidiyye; Türkiye’de eğitim öğretim, dini hayat, basın, bilim ve sanat hayatı üzerinde derin tesirler bırakmıştır. Tarihçi ve âlim İbnülemin Mahmut Kemal Nakşiliğin Halidi kolundandır. Halidi silsilerine mensup olanlar basın, yayın ve eğitim alanlarında faaliyet göstermektedirler. Nakşibendi’nin Halidi kolu şeyhleri kendi müntesiplerini Cumhuriyet sonrası basın-yayın ve eğitim alanlarında yönlendirmişlerdir. Ben Hacı Ali Efendi’nin iyi bir gazeteci olmasını ve basın-yayın alanında faaliyet göstermesini bu özelliğine bağlıyorum. O dönemde Halidilerin bu alana yönlendirilmesi ve onun da Halidi şeyhi olarak elbette etrafında olanlara iyi bir örnek olması gerekiyordu. Dolayısıyla bir girişimci olarak biçerdöver de getirdi, gazete çıkarmasını da bildi.”

 

Hacı Ali Bey bir eğitimciydi

 

Yrd. Doç. Dr. Kaya’nın ardından söz alan AKÜ Tarih Bölümü öğretim elemanı Arş. Grv. Rahime Fişne ise Hacı Ali Emre ve 2. Abdülhamit döneminde sivil eğitim kurumlarına ilişkin bilgiler verdi. Fişne, “Hacı Ali Emre, medrese eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul Fatih’te bulunan Darül Muallimin’e devam ederek öğretmen olmaya hak kazanmıştır. Eğitimle bağlantısı kendisi ile sınırlı olmayıp, ilk ve 29 yıllık eşi olan Huriye Hanım da bir öğretmendir. Bu vesile ile eşi ve kendisi eğitimci olarak ülkeye hizmet vermişlerdir” dedi. Fişne, bir eğitimci olan Hacı Ali Bey ile ilgili olarak “Hacı Ali Bey meslek hayatına tarım, basın ve ticaret alanlarındaki hamleleri sebebiyle bir müddet ara verdiyse de, işlerinin bozulmasından dolayı öğretmenliğe ilerleyen yıllarda tekrar dönmüştür. 1942’de İscehisar Eser-i Terakki Mektebi Muallimliğinden emekli olmuştur” diye konuştu.

 

Dönemin eğitim kurumları ile ilgili bilgiler veren Fişne şunları dile getirdi: “Osmanlı Devleti’nde modern anlamda eğitim çerçevesinde, ilköğretimin temelini sıbyan mektepleri oluşturmakta idi. Ancak bu mektepler, zamanla devletin yenileşme çabalarını karşılayamaz duruma gelince birtakım ıslahatlar yapma yoluna gidilmiştir. 1824 yılında ilköğretimin zorunlu hale gelmesi, 1826 da sıbyan mekteplerinin Evkaf-ı Hümayun Nezaretine bağlanması, II. Mahmud ve Abdülmecid dönemlerinde sıbyan mekteplerinin ıslahı için bazı projeler hazırlanması bu cümledendir. Ancak istenilen başarı bu dönemde sağlanamamıştır. Ayrıca 1869’da yayınlanan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile de sıbyan mektepleri bir düzene bağlanmaya çalışılarak, ilköğretim halkası genişletilmek istenmiştir. Bu maksatla 1870’de ibtidai adıyla yeni bir okul açılmış ve burada geleneksel eğitim tarzından farklı, yeni öğretim yöntemlerinin uygulanması hedeflenmiştir. II. Abdülhamit döneminde ise Kanunî Esasi’nin 114. maddesine göre; kız ve erkek öğrencilere ilköğretim zorunlu hale getirilerek sıbyan mektepleri için 4 yıllık ders cetvelleri hazırlanmıştır. Yine bu dönemde yeni usullerle eğitim yapan ibtidailerin sayılarının çoğaltılması, ilköğretim politikasının temel hedefini oluşturmuştur.”

 

Milli Mücadele döneminde basın

 

Panelde söz alan AKÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sadi Sarısaman ise Milli Mücadele döneminde İstanbul ve Anadolu basınıyla ilgili bilgiler paylaştı. Sarısaman, basının dördüncü kuvvet olarak bilindiğini belirterek, “Kamuoyunu etkilemenin yolu basından geçiyor. Milli Mücadelede de bu güç kullanıldı. Kullanılmak mecburiyetindeydi” dedi.

 

Osmanlı Devleti’nde yayınlanan ilk Türkçe gazetenin Takvimi Vakayi olduğunu ifade eden Sarısaman, “Bu gazete, Resmi Gazete özelliği gösteriyor. Devlet yaptıklarından halkını ya da memurlarını bilgilendirmeye çalışıyor. Memurların elinde bakabilecekleri resmi bir evrak olsun istiyordu” diye konuştu. Milli Mücadele dönemi basınını İstanbul ve Anadolu basını olarak ikiye ayırmanın mümkün olduğunu anlatan Sarısaman, “İstanbul basınını ise kendi içerisinde Milli Mücadeleye taraftar ve Milli Mücadeleye aleyhtar olmak üzere ikiye ayırmak mümkün. Örneğin Sabah Gazetesi, Milli Mücadeleye muhalif gazetelerden biriydi. Özellikle Peyam Gazetesi ile birleştikten sonra güçlü bir gazete olmuştur” ifadelerini kullandı.

 

“Türk ordusu Yunan ordusunu mağlup ederse insanlıktan feragat ederim” diyen gazeteci

 

Milli Mücadele karşıtı gazeteler içinde en başta gelen gazete olan Peyam’ın Ali Kemal tarafından çıkartıldığını ifade eden Sarısaman, “Peyam gazetesi, Ali Kemal tarafından çıkartılıyordu ki Sabah ile birleşince Peyami Sabah adını aldı. Milli Mücadelenin en önemli muhalif sesi olmuştu. Ali Kemal bir ara Damat Ferit hükümetlerinde bakanlık da yaptı. Fakat bakanlıktan ayrıldığı dönemlerde gazetesinde başyazar olarak sürekli yazılar yazdı” diye konuştu. Ali Kemal’in Milli Mücadeleyi İttihat ve Terakki’nin bir oyunu olarak gördüğünü anlatan Sarısaman, bu gazetecinin Türk ordusunun Yunan ordusunu yenemeyeceğini çok iddialı bir dille yazdığının altını çizdi.

 

Sarısaman şöyle devam etti: “Milli Mücadeleyi İttihat ve Terakki’nin oyunu olarak gördü. O yüzden Milli Mücadeleyi yürütenleri ittihatçı olarak değerlendirdi. Ali Kemal, savaş ile bir şey yapılamayacağını düşünüyordu. Her şey masada çözülmelidir diyordu. ‘Yunanlılara karşı ufak tefek başarı kazansak da bunun bir neticesi olmayacaktır’ düşüncesindeydi. Nitekim Sakarya Zaferi kazanıldıktan sonra bile ‘Yunanlıları Sakarya’ya kadar Kuvayi Milliyeciler getirmedi. Önemli bir başarı kazanmışlar. Memnun olduk, sevindik ama asıl olarak bu masada çözülecektir ve bu döktüğünüz kanlar boşa dökülmüş olacaktır’ diyordu. Ali Kemal, bu düşüncelerine o kadar inanmıştı ki 26 Ağustos 1922 tarihli Peyami Sabah gazetesinde ‘Eğer Türk ordusu Yunanlıları mağlup eder ve Anadolu’dan atarsa ben hem gazeteciliği bırakır hem de insanlığımdan feragat ederim’ yazmıştı. Türk ordusu Yunanlıları mağlup etti ve Anadolu dışına attı. Onu gördükten sonra 10 Eylül 1922 tarihinde ‘fikrimiz hep birdi. Birdik’ diye bir yazı yazdı ancak yazdıkları ile Milli Mücadele kadrolarını ikna edemedi. İzmit’te Kasım 1922 tarihinde linç edilmek suretiyle öldürüldü.”

 

Afyonkarahisar basını Milli Mücadeleye destek verdi

 

Panelde son olarak söz alan AKÜ Rektörlüğü Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Turan Akkoyun ise Milli Mücadele döneminde Afyonkarahisar basınını anlattı. Akkoyun, II. Meşrutiyet döneminde ortaya çıkan Afyonkarahisar basınının, Birinci Dünya Savaşı’nı takip eden Mütareke ve Milli Mücadele dönemlerinde, geride kalan nesillerin şahsiyetlerine örnek teşkil edecek bir yayın materyalini araştırmacılara kaynak bıraktığını söyledi. Afyon’da basının milli mukavemet yolunda kayıtsız şartsız bağımsızlığı özleyen, Türklüğün haklı sesini duyurma yönünde bir yayın politikası izlediğini ifade eden Akkoyun, şunları belirtti:

 

“Bunu basın temsilcilerinin gayretlerinden de anlamamız mümkün. Gazete olarak şehrimizde yayınlanan ilk yayın, şu anki bilgilerimize göre Karahisar-ı Sahib’tir. Sonraki dönemlere ulaşan en eski sayısı 23 numaralı olup, 18 Haziran 1331 yani 1915 tarihlidir. Günümüze sınırlı sayıda nüshası ulaşabilen Karahisar-ı Sahib Gazetesinin 1920 yılında kapandığına dair bilgiler bulunmaktadır. Milli Mücadele Dönemi Afyonkarahisar basını ele alınırken önümüze çıkan ilk basın temsilcimiz Karahisar-ı Sahib gazetesi olmaktadır. İkinci olarak da Öğüd Gazetesi gelmektedir. Aslen Batı Trakya Türklerinden olan Abdülgani Ahmed Bey, Balkan felaketi üzerine önce Adana, ardından Konya’ya yerleşmişti. Milli Mücadele hareketinin lideri Mustafa Kemal Paşa’yı da daha II. Meşrutiyet’in ilanı öncesinde tanıma fırsatı bulmuştu. Çok küçük yaşlarda matbaacılık ve neşriyat sektörüyle tanışan Abdülgani Ahmed, matbaacılık vesilesiyle pek çok aydın, asker ve yazarla yakın temas halinde olmuştur. Bu yüzden dünya savaşının yıkıcı ortamında payitahta gelip küçük bir matbaa işine girişmiştir. Mustafa Kemal’in paşalığa terfi ettiği günlerde Şişli’de kendisini ziyaret edenler arasında eskiden beri tanıdığı Doyranlı Abdülgani Ahmed de bulunmaktadır. Atatürk kendisine Anadolu’da gazete çıkarmasını tavsiye edince, o da demiryolu ulaşımının kolay olduğu Afyonkarahisar’ı gazetesi için merkez seçti.”

 

Panele Basın Yayın Enformasyon Afyonkarahisar Müdürü Ali Fuat Gölbaşı, Basın İlan Kurumu Afyonkarahisar Şube Müdürü Selami Çalışkan, Hacı Ali Bey’in yakınları ile AKÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm öğretim elemanları, öğrencileri ve Afyonkarahisarlılar katıldı.

Editör: Haber Merkezi