Uysal, Emirdağ’da “Halkla Buluştu..”
Afyonkarahisar-Emirdağ İlçe Teşkilatı tarafından düzenlenen “ Halkla Buluşma” yemeğine katılan Genel Başkan Gültekin Uysal’ın konuşmasından satırbaşları:
Genel Başkan Gültekin Uysal, Afyonkarahisar-Emirdağ İlçe Teşkilatı tarafından düzenlenen “ Halkla Buluşma” yemeğinde yaptığı konuşmada,“ İktidar, sanal refahı tüketti.” dedi.
 Türkiye’nin bir değişime, bir dönüşüme ihtiyacı olduğunun ortada olduğunu kaydeden Gültekin Uysal, “Türkiye’nin kabuk bağlamış yaralarını deşmeyi marifet zannettiler. Türkiye, gelişmiş bir ülke olarak etnik ve dini siyaseti, siyasi alanının dışına çıkarmalıdır. “ diye konuştu.
 Konuşmasında “ Bu ülkeyi bölenlere karşı müsamaha gösterme hakkınız yoktur.” diye seslenen DP Lideri Gültekin Uysal, “ Bu ülkenin tarihini bilmeyenlerin, dünü ile de, bugünü ile de barışabilme imkanı yoktur.” şeklinde konuştu.
 Genel Başkan Gültekin Uysal’ın Emirdağ’da düzenlenen “Halkla Buluşma” gecesinde yaptığı konuşmanın tam metni şöyle:
“Bin yıllık bu Anadolu coğrafyasında, bizim dışımızda bedelini ödemiş başka bir ülke yoktur..”
“ Çok kıymetli başkanlarım, çok kıymetli misafirler, sivil toplum örgütlerinin değerli temsilcileri, eskisiyle, yenisiyle bu büyük davanın sahibi olarak bu büyük hizmet kervanı içerisinde azmini, kararlılığını hiç yitirmemiş, inandığı idealler uğrunda sonuna kadar mücadele etmeyi yeğlemiş değerli Demokratlar! Değerli basın mensupları ve Emirdağlı hemşerilerim! Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Bir kez daha sizlere müteşekkirim. Gönlünüzü açtınız, bizleri kucakladınız. Kendi adıma da bütün arkadaşlarım adına da müteşekkirim.
Biz büyük bir ülkeyiz. Beraberinde büyük bir milletiz. Hakikaten tarihin seyrini değiştirmeye and içmiş ve seyrini değiştirmiş bir büyük milletin evlatları olarak gelecek tasavvurunu imal eden insanlar olarak sizlerin, yüce Türk Milleti’nin huzurundayız.
 
Söyleyecek çok sözümüz var. Memleketimizin, insanlarımızın bir çok meselesi olduğu gibi. Bu büyük ülkenin her karış toprağına adım atmaya, her insanının her köşesini dün olduğu gibi bugün de kucaklamaya, sarmalamaya, bu büyük geleneğin sahibi olarak yine var gücümüzle millete gidiyoruz, milletle kucaklaşıyoruz. Gücü de kudreti de başkalarının önünde eğilmediğimiz gibi yine millette arıyoruz. Bu büyük millet bir var olma yok olma çizgisinden çıkarak kendi kaderini bu coğrafyada çizmiş yegane bir millettir.
 
İşte bin yıllık bu Anadolu coğrafyasında, bizim dışımızda bedelini ödemiş başka bir geçmişi olan bir aktör yoktur. Bugün de meselemiz, bu muhteşem mazimize uygun bir şekilde muhteşem geleceğini hep beraber var edebilmektir. Hep beraber o geleceği, gerçeğe dönüştürebilmektir.
 İnsanların bulunduğu topluma karşı da, yüce yaratana karşı da sorumluluğu iki şeye göredir. Bir kabiliyetleri, iki imkanları nispetindedir. Çok şükür, bu ülkenin sahip olduğu insan unsuru olarak gelişime, bu derece adaptasyon gücü yüksek, dünyanın pek çok yerini görmüş bir insan olarak söylüyorum, bizim milletimizin dışında bir başka insan unsuru yoktur.
 
Pek çok zorluğun karşısında mücadele etmiş, kendi gururunu başkalarının insafına bırakmamış, bu coğrafyadaki varlığımızı birilerinin münakaşaya açtığı dönemler gibi, bugün de eğer fırsat verirsek yeniden açılacağının bilinci içerisinde ilelebet bu topraklarda payidar olmak adına güçlü ve kudretli olabilmek durumundayız. Bunu yaparken de dünyanın geldiği noktayı iyi anlamak durumundayız. Zamanın ruhunu iyi kavramak durumundayız. Tarihin temposunu iyi analiz etmek durumundayız.
 
Geçmişi olmayanların, geleceği olmayacağı gibi bugün birilerinin “gömlek değiştiriyoruz” diyerek geçmiş aradığı gibi bu ülkeyi de sanki 2002’de kurulmuş gibi varsayanlara karşı bu toprağın da sesi olmak durumundayız. Bu büyük tarihin de sesi olmak durumundayız. Buna kulak vermek durumundayız.
 
“ Milletiyle didişen bir rejimin adı asla cumhuriyet olamaz ”
 
İşte, dünüyle, bugünüyle bu coğrafyayı kuşattığımız gibi bir büyük imparatorluğun bugüne uzanan kolları olarak, ardımızda bıraktığımız, başta o manevi coğrafyamız olmak üzere bütün mazlum milletlere örnek bir mücadeleyi vermiş, yine büyük bir millet olarak nerede gözü yaşlı ana varsa onun gözyaşını silmek bizim işimizdir. Bosna’dakinin de Telafer’dekinin de Hama’dakinin de Humus’dakinin de Azerbaycan’dakinin de Kafkaslardakinin de Balkanlardakinin de.. Dün olduğu gibi bugün de bu topraklardan yükselecek sese kulak vereceklerine inanıyorum.
 
O nedenle değerli dava arkadaşlarım, bir büyük hareket olarak Türkiye’de ‘ milletiyle didişen bir rejimin adı asla cumhuriyet olamaz ‘ iyerek çıktığımız bu yolda milleti hür ve eşit vatandaşlık temelinde bu rejimin sahibi yaptık.
 
Kıt kanaat imkanlara sahip olduğu dönemlerde bu ülkenin bugün sata sata bitiremediğimiz o büyük sıçrama hamlelerini, o büyük tesisleri, o büyük atılımları, o büyük altyapıları, barajları, köprüleri, fabrikaları işte bu anlayış içerisinde yaptık. Niçin onları yaptık? Bu mücadelenin savaş meydanlarında kazanıldığı gibi devam ettiğinin bilinci içerisinde yaptık. Bu mücadelenin savaş ortamının dünyayla ancak üreten bir Türkiye’yi ortaya çıkararak sürdürebileceğimize inandık. Bunun gereğini yaptık.
 
İşte Türkiye’nin değişen şartları içerisinde değişimin, her şeyi sorguladığı, her kavramı sorguladığı gibi her kurumu da sorguladığını iyi biliyoruz. İşte bu büyük geçmişe rağmen zaman zaman kendi içimizde düştüğümüz hataların bizlere nelere mal olduğunu bu partinin her zemininde konuştuk.
 
Ben bu salonda 1999 seçimlerinden sonra yaptığımız kongreyi de hatırlıyorum. Bugünden geriye doğru baktığımızda pek çok insanımızın zaman içerisinde zihinlerinde oluşmuş soruların somuta dönüştüğünü de gördük. Ama çözümü yine bu zeminde aradık, yine bu zeminde arıyoruz. Çünkü burası Türk milletinin deyim yerindeyse, altın oran uyum noktasıdır. Bizim sözümüzden ötekileştirildiğini hisseden bu ülkede bir tane vatandaş çıkmaz. Bizim sözümüz de özümüz de vatandaşımızda kendini bulur, bu milletimiz de kendini bulur.
 
Toplumun en geniş ortak paydasını temsil ederek ifade ettiğim gibi Mevlana’nın hoş tabiriyle bir ayağımızla bu toprağa basıp, kurucu irademizin ortaya koyduğu felsefeye basıp, diğer ayağımızla 18 bin alemi gezdiğimiz gibi, yine İstiklal şairimiz büyük Akif’in ifadesiyle “doğrudan doğruya alıp ilhamı Kur-an’dan, asrın idrakini söyletmeli” dediği gibi biz de doğrudan doğruya bu 1946 ruhundan aldığımız inançla bugünün Türkiye’sine yeniden büyük Demokrat Parti’yi hep beraber söyletmeliyiz.
 
“İman varsa, imkan da vardır” diyor. İmanımızın olduğu gibi inancımızın olduğu gibi o imkanları da ortaya koymak bizim meselemizdir. Bugün Türkiye hakikaten ekilebilir, dikilebilir arazileri olmasına rağmen tarımda ithalatçı konumdadır. Bugün Türkiye’de imalat sanayimiz her geçen gün kan kaybetmektedir. Daha nitelikli ürünleri üretir hale dönüştürmemiz gerekirken dünyayla rekabet edebilecek ve kendisine ilk 10 arasına girmeyi hedeflemiş bir Türkiye’nin bugün olduğunun aksine kazanmadan harcayan, üretmeden tüketen bir Türkiye olmaktan tam tersi bir noktaya gelmek durumundadır.
 
“Günü geçirme politikasını ve sanal bir refahı tercih eder olduk..”
 
Bu büyük gücü biliyoruz. İşte, siyasetin meselsi de sadece bugünü tüketerek değil yarını da tükettiğimizin bilinci içerisinde bu milleti dünyayla üreten bir güç olarak eklemlendirmek durumundayız.
 
Bugün mukayese ettiğimizde değişen dünya konjonktürünün önümüze sunduğu imkanlar da vardır. Ama şu 10 yıllık dönemi değerlendirdiğimizde Türkiye’nin doğduğu topraklarda insanının doyabilmesi için sadece üreterek değil ama yurtdışına verdiğinden daha fazla ülkeye gelir getirebilmek için bir başka modeli tercih etmesi gerekirdi. Bugün Türkiye’yi üretimi esas alan bir anlayış içersinde yeniden çağın gerekleriyle kodlayacağımıza günü geçirme politikasını tercih ederek sanal bir refahı finansal imkanları kullanarak, milletimizi borçlandırarak, esnafımızı borçlandırarak, çiftçimizi borçlandırarak neredeyse bu ülkenin topyekunu olduğu gibi bireysel anlamda da iki yakasının bir araya gelemediği bir iklim içerisinde geldik.
 
“ İktidar, sanal refahı tüketti..”
 
Önceki gün yeniden bir planlamayla bizlerin, akil insanların, memlekette sağduyuya sahip insanların, çok uzun süredir ifade ettiği gibi, bu yolda gidilebilme imkanı yoktur dediği gibi, bu uygulanan politikanın sürdürülebilirliği yoktur dediği gibi, bugün iktidarın ifade edilen şekliyle sanal refahı tükettiği gerçeğini kendileri ortaya koymuştur.
 
Sosyal güvenlikten başlayarak, bugün kademe, kademe bir kara deliğe dönüşürcesine dünyanın hiçbir ülkesinin yapmadığı, bir iaşe düzenini merkeze oturtarak, insanlarımızı açlığa, sefalete, yoksulluğa mahkum ederek, ekopolitik tercihle Türkiye, neredeyse tarımı yok eder hale getirerek, insanlarımızı büyük şehirlere göç etmeye zorladılar. Afyon’umuz da bunun güzel bariz örneğidir. 7 tane milletvekilinden niye 5’e düştüğümüzün hesabını birileri vermelidir.
 
“ Bugün de insanlarımız kendi bölgelerini terk eder hale gelmiştir.”
 
Çünkü bu topraklarda insanımız geleceğini aramak noktasında çaresizdir. Dalga dalga iç göç verdiğimizi hepimiz bilmek durumundayız. İşte, Belçika’da, Avrupa’da on binlerce insanı olan bir beldemizde, ilçemizde konuşuyoruz. Niçin oralara gitmişse bugün de insanlarımız kendi bölgelerini terk eder hale gelmiştir.
 
Ama Türkiye’nin Tarım Bakanı, Türkiye’de Ziraat Odaları Birliği’nden liyakat nişanı alması gerekirken, dünyanın sanayileşmiş, gelişmiş ülkelerinden biri varsaydığımız, aynı zamanda tarımda da gelişmiş bir ülke olan Fransa’dan liyakat nişanı alıyor. Sebebi açıktır. Sebebi Türkiye’nin tarımda net ithalatçı olduğu noktada Fransa’nın 13,5 milyar Euro tarımda dış ticaret fazlası vardır. Onun gereği olarak nişane veriyorlar. Benim gönlüm ister ki Türk çiftçisinden aldın, gelsin burada Ahmet Köycü başkanımdan nişane alsın.
 
“ Türkiye’nin bir değişime, bir dönüşüme ihtiyacı olduğu ortadadır.”
 
Türkiye’nin bu bulunduğu noktada coğrafyanın bir kader olduğu bilinci içersinde beraberinde tarihin ve coğrafyanın önümüze bir kader, aynı zamanda da bir fırsat olarak koyduğu bu rolü oynayacak bir değişime, bir dönüşüme ihtiyacı olduğu ortadadır. Ama bu yapısal sorunlarımızı dönüştüreceğimize, Türkiye’de kolay siyaseti tercih ederek Türkiye’nin her meselesini siyahla beyaz arasına sıkıştırarak Türkiye’nin tartışma konusu haline getirmememiz gereken ne kadar manevi değeri varsa onu siyasette rekabet unsuru haline getirdik.
 
“Türkiye’nin kabuk bağlamış yaralarını deşmeyi marifet zannettiler.”
 
Türkiye’nin kabuk bağlamış yaralarını deşmeyi marifet zannettiler. Türkiye’nin hiçbir şekilde değiştiremeyeceği, dönüştüremeyeceği geçmişinden daha ziyade geleceği üzerinden siyaseti rekabete açmaya biz varız. İşte o uğurda yürüyoruz. Her daim siyasetin ve demokrasinin kurallar, teamüller rejimi olduğu kadar sorumluluk rejimi olduğunun bilinci içerisinde sorumlu bir siyasetin sahibi olarak bugünlere kadar geldik. Bugün de meselemiz sadece tenkit etmek değildir. Her gittiğimiz yerde doğruya doğru diyebilmekten, yanlışa yanlış diyebilmekten aldığımız güç ve kudretle milletimizin önünde geleceğini aydınlatacak bir unsur olmaya, bir aktör olmaya gayret gösteriyoruz.
 
Dalga dalga zihinlerin bulandırılmaya çalışıldığı bir iklimden başlayarak bugün ortaya konuşmaya çalışıldığı gibi milli benliğimizin örselenmeye çalışıldığı bir ortam içinde hakikatleri yalanlarından soyacak bir üslup içerisinde siyaset yapmaya gayret gösteriyoruz.
 
“ Türkiye, gelişmiş bir ülke olarak etnik ve dini siyaseti, siyasi alanının dışına çıkarmalıdır”
 
Türkiye olgunlaşmış, gelişmiş bir ülke olarak etnik ve dini siyaseti, siyasi alanının dışına çıkarmak durumundadır. Çıkarmak durumundadır ki, gerçek gündemini ortaya çıkarabilsin. Bugün milli iradesinin tecelligahı olmuş TBMM’de, ne çiftçimizin meselesi konuşulabilmekte, ne esnafımızın durumu konuşulabilmekte, ne müteşebbislerimizin meselesi konuşulabilmekte, ne yoksullarımızın durumu konuşulabilmektedir.
 
Türkiye’yi paket paket demokratikleştireceklerine, yamalı bir anayasa yapacaklarına, topyekun, siyasetin o iklimlendirici işlevini görecek, anayasal çerçeve içerisinde devletle, millet mevhumlarını sağlıklı konumlandırmış, bugünün aksine birbirine rakip yapmadan idam sehpasına yürürken bile ‘milletime ebedi saadetler diliyorum’ diyerek idam sehpasına yürümüş ruhun sahibi olarak, yine aynısını yapmak durumundayız. Dün Menderes’in mesuliyeti neyse, Demirel’in mesuliyeti neyse, Özal’ın mesuliyeti neyse bizim de sizin de mesuliyetiniz aynıdır.
 
 
 
 
 
Bugün parça parça doğruyu arayabilme hakkımız yoktur. Hele hele birilerinin lütfuna mazhar olabilmek için, birtakım bölücülerin sırtını sıvazlamak için, birilerine sus payı vermek için onların taleplerini yerine getirirseniz, onların karşısında oluruz.
 
Din ve vicdan hürriyeti noktasında, 1950’de iktidar olduktan 15 gün sonra tekrar Arapça Ezan’ı uygulamaya koymuş, bu milletin dinini, dini değerlerini hiçbir şekilde suistimal etmemeyi ve ettirmemeyi kendisine öncelikli bir ilke olarak benimsemiş bir hareket olarak, elbette başörtülü vatandaşlarımızın başörtüsüne uzanan ellere biz de karşı olduk. Bunun mücadelesini verdik. Ama o başörtüsünü, bugün başörtüsünün dışında başka hiçbir şeyin örtemeyeceği bu bölücü anlayışı övsünler diye ortaya koymadık.
 
“Bu ülkeyi bölenlere karşı müsamaha gösterme hakkınız yoktur.”
 
Bugün bu vatan coğrafyasında billurlaşmış, berraklaşmış, bir ve beraber yaşama iradesini ortaya koymuş, tasada, kıvançta beraber olmuş, kader arkadaşlığı yapmış, bu coğrafyayı çekildiğimiz Balkan Harbi ile 93 Harbi ile 1. Dünya Savaşı sonrası sığınak olarak görmüş bütün insanlara kucak açmış bir ülkeyiz. O nedenle bu bölgede hangi meselemizi Avrupa başkentlerine havale etmişsek o kanadımızın, o kolumuzun koptuğunu tarih önümüze koyuyor. Osmanlı’nın geçmişi ortadadır, bu büyük milletin geçmişi ortadadır.
 
Bu ülkeyi bölenlere karşı müsamaha gösterme hakkınız yoktur. Tereddüt içinde olmaya hakkınız yoktur. Bu ülkenin metropollerinde, Ankara, İstanbul, İzmir’inde eleştiri haklarını kullananların coplandığı, gazlara maruz bırakıldığı ortamda, bir bölgemizin neredeyse egemenliğimizi paylaşırcasına, Türkiye’yi eşbaşkanlık noktasına getirircesine eş genel başkanlık teklifini yaparak bunu teyit edercesine polisimize uyarı veren teröristlerle Türkiye’yi karşı karşıya bıraktık.
 
Terörü sıfır noktasında getirmiş, Kardak kayalıklarını bile bir vatan toprağı olarak görüp geri adım atmamış büyük bir geçmişe sahibiz. Terörü zirveye çıktığı noktada 90’lı yıllarda gereğini yapmış bir hareketiz. Bugün de insanlarımızı muhatap almak durumundayız. Başkalarının eliyle, başkalarının aracılığıyla bölgenin adeta tek başına meşru temsilcisi haline getirdiğiniz terör örgütünü muhatap alır, onunla müzakere ederseniz o bölgeyi etnik siyasete mahkum edersiniz.
 
“Dış politika, Türkiye’nin içine kaos ithale eder durumdadır. “
 
İşte bu anlayışın dışına çıkarak bölgede gelişen hadiseleri Türkiye’nin beraberinde iyi okuyamadığı kanaati içerisindeyim. Suriye’de gelişen hadiselerden başlayarak bölgenin yeniden, 1.Dünya Harbi’nden sonra olduğu gibi bir siyasal kadastro geçirircesine yeniden dizayn edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Türkiye’nin dış politikasını, iktidar partisinin dış ilişkileri noktasına getirirseniz, Türkiye’nin bugün düştüğü duruma düşersiniz. Şah olacağız diye çıktığınız oyunda bugün olduğu gibi mat olursunuz. Ama şunu ifade etmek isterim ki; bu yanlışların bedelini bu millet ödememelidir. Bizler ödememeliyiz. Bu yanlışı yapanlar da bu millete hesap vermelidir. Bir asır bile olmadan terk ettiğimiz coğrafyanın dinamiklerini iyi bilmezseniz gücünüze mukabil, amaçlarınıza uygun araçlara sahip olduğunuzu bilmeden bir oyunun içine girerseniz. Bugünkü durumla Türkiye’yi karşı karşıya getirirsiniz. Türkiye’nin dış politikası, başta milli güvenliğimizin bu bölgede varlığımızı ve istikrarımızı sağlama noktasında olmalıdır. Ama gelin görün ki bugün Türkiye’nin dış politikası bunu sağlamaktan uzak, neredeyse Türkiye’nin içine kaos ithale eder durumdadır. Hızlı bir şekilde bölgenin değişeceğini zannederek, oryantalistlerin bu bölgede keşif gücü olmayı kendisi de rol olarak benimseyerek yoluna devam etmiş iktidarın nereye battığını kendileri de biliyorlar. Ama her meseleyi “surda gedik açtırmam” mantığı içersinde gördükleri için, her tenkidi düşmanlık unsuru saydıkları için yapılan tenkitleri de göz ardı ettiklerini görüyoruz. Tanzimat’ın paşası Ali Paşa’nın güzel bir sözü var. Tenkitten diyor ancak hatalarını düzeltmek istemeyen iktidarlar korkar diyor. Eğer hatanız varsa bu tenkitlerden düzeltmek için korkmayacaksınız.
 
“ Bu ülkenin tarihini bilmeyenlerin, dünü ile de, bugünü ile de barışabilme imkanı yoktur.”
 
Tarihi bilmeyenlerin pusulasız gemiye benzetildiği gibi, Türkiye’nin geçmişini iyi anlamayanların, bu büyük geçmişi bir travma hali olarak cumhuriyet tarihini görenlerin, dünü ile de bugünü ile de barışabilme imkanı yoktur.
 
O nedenle “yeni bir siyaset” diyoruz, yepyeni bir Türkiye diyoruz. Bu ifade ettiğimiz çerçevede insanımızın kendisini görebileceği, insanımızın herkesin hukukundan emin olabildiği bir Türkiye noktasında, insanımızın eşit fırsatlara erişebildiği, her anlamda fırsat eşitliğinin temin edilebildiği bir zemin içerisinde, herkesin eşit ama birilerinin daha fazla eşit olmadığı bir ülkeyi ortaya çıkarmak adına kendi misyonumuzu iyi biliyoruz. Bunu icra etmek noktasında bir büyük hafızaya, bir büyük tecrübeye sahibiz. Beraberinde şunu da biliyoruz; hatıralarımızı anlatmakla yetinemeyeceğimizi biliyoruz. Beraberinde hayallerimizi de bu milletle paylaşmak durumunda olduğumuzu biliyoruz.
 
Bu aldığımız güç ve kudretle kadro derinliğimizi milletle buluşturarak, fikir derinliğimizi milletle buluşturarak Türkiye’nin bu sıkıştığı noktada Türkiye’nin önüne iktidar partisiyle ana muhalefet partisinin Anadolu tabiriyle kırk katır mı kırk satır mı teklifini yaptığı noktada sağduyunun sesi olarak, aklıselimin temsilcisi olarak kendisini bulabileceği bir siyaseti ortaya koymaya çalışıyoruz.
 
Bu anlamda önümüzdeki yerel seçimlerin bizim için de Türkiye için de önemli bir noktaya tekabül ettiğini hep beraber iyi bilmek durumunayız. Burada attığımız adımın bu milletin mukadderatında büyük adımlara tekabül edebileceğini iyi idrak etmek durumundayız.
 
“ Ne zaman millete gitmişsek, millet bize hep destek oldu, güç verdi, kudret verdi.”
 
Bu verdiğimiz mücadelede, ikbal kapılarını reddederek bu zamana kadar mücadele etmiş arkadaşlarımıza müteşekkiriz. Bize bırakılan bu emaneti daha ileriye taşıma noktasında varlığımızla, bütün gücümüzle, yeni yeni bu istikamette katacağımız arkadaşlarımızla yürümek durumundayız.
 
Bu toprakların bir evladı olarak sizin sesiniz olabilmek adına sadece bu salonlarda değil, bu salonların dışında da burada yükselecek sese kulak verecek, ses verecek binlerin, on binlerin, yüz binlerin olduğunu iyi biliyoruz. Önce kendi insanımızla kucaklaşarak milletimizle de beraberinde kucaklaşacağımızı iyi biliyoruz. O nedenle diyoruz ki namussuzlarla kazanacağımıza, namuslularla bu yolda yürümeye sonuna kadar varız.
 
Ne zaman millete gitmişsek, millet bize hep destek oldu, güç verdi, kudret verdi. Onun gereğini yapmaya gayret gösterdik. Bugün de Türkiye’nin siyasetten başlayarak, toplumsal alandan başlayarak, ekonomi alanından başlayarak, yeni bir mutabakat zemininde bu geleceğini kucaklayacak bir modele geçebilmesi için sağduyuyu işleterek, milletin müştereğini yakalayarak, milleti birbirine rakip etmeden doğru istikamete sevk ve idare edebilmek durumundayız. Onun ölçüsü de bu büyük Demokratlardadır. Bunun ölçüsü de bu büyük hareketin sahibi olan sizlerdedir.
 
İnşallah bu yürüdüğümüz yolda Allah bizleri mahcup etmesin.”
Editör: Haber Merkezi