DERS ALINACAK GERÇEK HİKAYE…
Genç nesil, 12 dönem (1961-65)Adalet Partisi Afyonkarahisar Milletvekili, ilim ve irfan adamı Doktor Haluk Nurbaki’yi tanımaz…
Aslen Nevşehirli olan Rahmetli Haluk Hoca(1997), Afyonluların gönüllerinde taht kurmuştur.
Haluk Hocayla 1975’te tanıştım.
Dostluğumuz kısa sürede pekişti, baba-oğul gibi olduk ve Ankara Çankaya Hoşdere caddesinde karşılıklı iki daire aldık. 
Rahmetli oluncaya kadar da, ayrılmadık. 
Haluk Hocanın yakın arkadaşları olan dönemin Afyon milletvekilleri Dr.Mete Tan ve Güneş Öngüt, Adalet Partisi’nden istifa edip 11’ler diye anılan gurupla birlikte Rahmetli Ecevit’in kabinesinde yer aldığında onlara gösterdiği aşırı tepkiye şahit olmuştum.
O tarihte Haluk Hoca, Ankara Kolej’deki Onkoloji Hastanesinin başhekimiydi.
Sağlık Bakanı olan Dr.Mete Tan, Haluk Hoca’nın ısrarla müsteşar olmasını istemiş ama Haluk Hoca, kesinlikle kabul etmeyeceğini söylemişti.
Haluk Hoca, tıp dünyasında tanındığından fazla din aleminde tanınırdı.
Yazdığı birçok kitaptan, “Tek Nur” ve “Sonsuz Nur” kitapları satış rekoru kırmıştı.
Benimde Haluk Hoca vasıtasıyla yakından tanıdığım Serap Abla, Haluk Hoca’nın kanser hastasıydı.
Bundan sonraki bölümü Rahmetli Haluk Hoca’nın kendi anlatımından okuyun…
Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi asan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptim. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm.
Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra bir ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim.
Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.
Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:
''Doktor bey,'' dedi. ''Ben, size dargınım.''
''Niçin?" diye sordum.
"Siz... Dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"
Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:
"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."
Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yani sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlerini bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.
Vefatına bir hafta kala:
"Doktor bey'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"
"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O anı fark edince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."
O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim.
Dönüşümde annesi telefon ederek:
"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." Dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor."
Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum.
"Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?.
İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde Cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine sandığım Salı gününe kadar yaşayacağına dair bir işaret sezdim.
Ertesi gün O'na:
"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin."
Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:
"Doktor bey... Azrail bana nasıl görünecek?"
"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."
Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim. Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:
"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:
“Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı. Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:
"Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!.”
********  
Tüm inanan müslüman kardeşlerimize ve şuan bu yazıyı okuyan bütün kardeşlerimize, RABBİM son nefeslerinde Kelime-i Şehadet getirmeyi nasip etsin. (Amin)
Mübarek Ramazan-ı Şerif cümlemize hayırlı olsun.