İki kere iki, kaç eder?

Öğretmenim; bana her şeyi önce siz öğrettiniz..

Asya’dan büyük göçü önce sizden dinledik..

Anadolu’ya gelişi, yaylalara kurulan çadırları siz anlattınız..

Mustafa Kemal’i..

Kağnıları..

Askerlere çarık diken kadınları..

Büyük zaferi anlattığınızda, heyecandan küçük ellerimizi birbirinin içine geçirip ağlamamak için dudaklarımızı ısırdık..

Her şeyi önce siz öğrettiniz..

Öğretmenim, bana iki kere ikinin dört ettiğini öğretmiştin..

Oysa, iki kere iki dört etmezmiş..

Yanlış öğretmişsin öğretmenim, yanlış..

İki kere iki üç ediyor, beş ediyor, on ediyor, hatta otuz..

Ama iki kere iki dört etmiyor öğretmenim..

Nemli gözlerinle hepimize tek tek bakıp, ısrarla öğretmiştin:

‘‘İki kere iki dört...’’

Ben öğrenmek istiyordum öğretmenim..

Onun için iki kere ikinin dört ettiğini çok çabuk ezberledim..

Zaten daha sonra öğrettiklerin kafama hiç girmedi..

Arada bir, iki tane ikiyi sorardın:

‘‘İki kere iki kaç?..’’

Ben hemen ayağa fırlar, kafamı yana yatırır, haykırırdım:

‘‘Dört...’’

Değilmiş öğretmenim..

Değilmiş...

Yaşama adım attıkça, hayatın kıvrak ve zor patikasında yol almaya başladıkça öğrendim ki;

“iki kere iki dört etmezmiş...”

İki kere ikinin dört etmesi kadar emin olduğum doğruları bu yaşıma kadar bulamadım..

Yanlışların daha geçerli olduğu yaşamda;

“İki kere iki dört etmiyor öğretmenim..”

Gözlerin yine yaşlı öğretmenim?..

Neden?..

Okullar tatile girince çocuklar görmesin diye başına şapka geçirip pazarda sebze satarken, iki kere iki dört eder mi?..

Sil gözlerindeki yaşı..

İki kere iki dört etmiyor öğretmenim..

Etmiyor..

Bugün öğretmenler günü, sizin gününüz..

Kutlu olsun..

Öğretmenim..