DEMİREL: “KAOS, MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİKLE ÇÖZÜLMÜŞTÜR.”

Afyon MHP il başkanı Raşit Demirel basın toplantısında;
14 Ağustos" üzerine bir düzine komplo teorisi yazıldı ve çizildi. Ama şükürler olsun ki hepside fos çıktı. Gördük ki, bazı AKP’li yetkililer, milletin üzerinde korku ve panik yaratmak konusunda provokatörlerle adeta yarıştılar. Yine görüyoruz ki, bilhassa AKP’li dostlarımız 15 temmuz darbe şokunu üzerinden bir türlü atamamışlar. Bir aydır yapay deprem gibi en uçuk ihtimalleri dahi tartışmaktan geri kalmadıkları gibi, 14 Ağustos AKP’nin kuruluş yıl dönümü kutlamalarından bu yana sosyal medya paylaşımlarında "korkmadıklarını" dile getirmeleri, mezarlığı geçerken korkusunu bastırmak için ıslık çalan adam psikolojisi ile hareket ettiklerini göstermektedir.
Evet. Aslında korkmalıyız. Darbe konsorsiyumu başarısız girişiminin arkasından bir bardak soğuk su içip gitmeyecektir. Önümüzdeki günlerde, aylarda, başka başka karanlık senaryolarla karşımıza çıkma ihtimalleri her zaman vardır. Bunu dikkatlerimizden kaçırmamalıyız. Bu tür kaos hamlelerinin yegane çözümü-çaresi milli birlik ve beraberliğimizdir. Bu birlik ve beraberlik 15 temmuz darbe girişiminden sonra ziyadesiyle sağlanmıştır. Bu noktadan sonra hükümetin yapacağı şey, siyasi çıkarlardan uzak 80 milyon insanımızı ayırım yapmadan kucaklamaktır. Ama görülüyor ki hükümet yetkilileri bu gerçeği ya tam olarak anlayamıyor, ya da gereğini yapmak noktasında şahsi ve siyasi zaafiyetlerine yenik düşüyorlar. 
 
DARBE TEŞEBBÜSÜ, MİLLET OLARAK TOP YEKÜN PÜSKÜRTÜLMÜŞTÜR
Bazı gerçekleri örtmek ve sorumluluklarla yüzleşmemek için darbeyi millet engelledi diyerek, darbenin önlenmesinde devlet kurumlarındaki milli unsurlarımızın baş rolü küçümsenirse, binlerce ihraca rağmen hala TSK ile MİT gibi kurumlarımıza ve kadrolarına şaibeli-netameli muamelesi yapılırsa, üstelik binlercesinin sızdığı diğer sivil kurumlarda yapıldığı gibi sadece tedavi etmek gerekli ve yeterliyken fırsattan istifade TSK'nın organlarını kesmeye, koparmaya, organizmasını değiştirmeye, sinirlerini koparıp yanlış biçimde bağlamaya çalışılırsa, korkarım ki benzeri bir durumda veya diğer milli güvenlik tehditleri karşısında en önemli direnç noktalarımız felç edilmiş olacaktır. Türkiye bıçak sırtındadır. İhanetin biri bitmeden diğeri başlamaktadır. Adeta bu ihanet çeteleri birbirini beslemektedir. FETÖ’nün ihanetine PKK’nın kalleşlikleri, kahpelikleri ve saldırıları eklenmiş durumdadır. Evvelki gün Diyarbakır’da olduğu gibi tonlarca bomba yüklü araçlarla saldırıyorlar. Her gün şehitler geliyor. Bu duruma nasıl geldiğimizi, bu kadar bombayı nasıl bulduklarını, çözüm süreci diye dayatılan ihanet süreci içerisinde bu bombaları ülkeye nasıl soktuklarını sürekli uyarmamıza rağmen dikkate alınmayıp yanlışta ısrar edilmesi, Türk milletinin içini derinden sızlatmıştır. Kan kusup kızılcık şerbeti içtiğimizi söylüyoruz. Nitekim son günlerde ifade edilen, “15 Temmuz öncesi gibi davranamayız” sözleri, 15 Temmuz öncesinde yapılan yanlışları kabul etmenin bir itirafıdır. Her ne olursa olsun bu ihaneti defetmek ve düze çıkmak zorundayız.  Bugünkü şartlar, ülkeyi her şeyiyle tek başına bir partiye teslim edip kenara çekilmeye izin vermediği gibi, bu şartlardan bir siyasi avantaj elde etmeye çalışmakta sorumsuzluk olacaktır. Türk Milleti her şeyi görüyor ve izliyor. Millet olarak hepimizde tarih önünde sorumluyuz. Türkiye cumhuriyeti devletinin işleyişi bellidir. Bir hukuk devletiyiz. Keyfe ve duruma göre değil, kanunlara ve Anayasaya göre hareket etmeliyiz. İşin püf noktası da burasıdır. Daha önce gerginliklerin, kavgaların sebebi de Anayasa başta olmak üzere kurumlara ve kurallara riayet etmemek oluşturmuştur. İhanet örgütünün devlete bu kadar yerleşip ileri gidebilmesinin altında yatan sebep, hukukun bir kenara bırakılması ve demokrasinin içinin boşaltılmasıdır. Eğer Anayasal kurumlar işler halde olsaydı, liyakat ve ehliyet esas alınsaydı, bu ihanet örgütü devlete sızmakta kullandığı yollardan bu kadar rahat geçemeyecekti.  Mesela okullara kendi elemanlarını yerleştirebilmek için soru çalması bu kadar kolay olmayacaktı. Hayati kurumlara bu kadar kolay yerleşemeyecekti. 15 temmuzda yaşananların cevabı, aynı zamanda nerede yanlış yapıldığını da net bir şekilde belgelemektedir.  "Kul hakkı" kavramından genelde uzak duranların, çoğunluğu müslüman olan toplumumuzda dindar geçinerek/görünerek iş başında bulunan iktidar mensupları, FETÖ vesilesiyle her ortamda ağız dolusu eleştirdikleri hususlarda kendilerini de sorgulayarak benzeri hatalara tekrar düşmemeleri gerekmektedir. Suça meyilli her türlü cemaatlerden uzak durmalı, devlet imkanlarını peşkeş çekmekten vaz geçilmelidir. Düşünebiliyor musunuz? 14 yıl boyunca sorular çalınıyor. Namazında niyazında altın nesil yetiştiriyoruz denilen cenahtan, “Ben çalıntı sorularla milyonlarca kişinin hakkını yiyemem” diyen bir Allah'ın kulu çıkmıyor.
 
AL YILDIZLI BAYRAK BİZİM
Al yıldızlı bayrağımız korkmadan, çekinmeden her yerde en yükseklerde dalgalanmalıdır. Türk bayrağı, gölgesi altında olanlara güç ve kuvvet verirken, Türk’ün göğsünü kabartmalı, hasreti, prangalar eskitmelidir. Üzerinde taşıdığı şehit kanları ise, en yüksek makamda oturduklarının her zaman farkında olmalıdır. Böyle olduğunda bayrak, bağımsızlıkla esen rüzgarlar içinde özgürce dalgalanır, ülkemiz tam sürat yoluna devam ederken uğradığı her belayı göğsünde yumuşatarak insanlığa hizmetini Türk İslam kimliğiyle sürdürmeye devam eder. Yeter ki bayrağımızla değil, ihanet şebekeleriyle yeterince mücadele edilebilsin. Hatırlayın; "tahrik unsuru" diyerek Türk bayraklarının indirildiği günleri. Bayrak satan adam hakkında "isyana teşvik" suçlamalarını. Türk bayrağı olan araçlara yazılan cezaları, Türk bayrağının adı değişsin diye televizyonlarda bas bas bağıran soytarıyı. Yanında oturup da ona tepki vermeyen sözde akil insanları. Nereden nereye. Şükürler olsun ki o al yıldızlı bayrak hep bizimdi, ama bazıları bunu yeni öğrendi. Arabasına al yıldızlı bayrağın çıkmasını yapıştıranları trafikten çektirenler, evlerine bayrak asanları düşman addediyorlardı. Çok şükür ki bu ülke, 15 Temmuz sonrasında Türk bayrağını alıp sokaklara ve meydanlara çıkanları da gördü.
 
MAŞAYI TUTAN ELLER, MAŞADAN DAHA MI TEMİZ?
Bu gün geldiğimiz bu nokta itibariyle karma karışık bir haldeyiz. Siyaset faul, sosyal medya ofsayt, terör tırmanışta, ahlak köşe başında terk edilmiş durumda. Koşuşturma, takip, devamlı sürüyor. Gördüğü rüyayı hayra yoran biri varsa oda Fetullah Gülen’den başkası değil. Çocuğunu FETÖ kurumlarında okutan bir memur ya da kredi kartını asya banktan alan bir öğretmen için geçici görevden alma ya da ihraç sebebi günümüzde olağan karşılanırken, AKP kurucusu Bülent Arınç’ın, Ankara Büyük şehir Belediye Başkanı için, FETÖ'ye Ankara'yı parsel parsel sattığını beyan etmesi, gazeteci-yazar Abdülkadir Selvi’nin, Ankara'da FETÖ'nün en az 15 kat büyüdüğünü ifade etmesi, boğazına kadar FETÖ'ye batmış bu ve benzerleri hakkında herhangi bir işlem yapılmamasını hayretle izliyor ve yadırgıyoruz. Sizce bu adalet midir? Birileri "kandırılmadan" yani menfaatleri çatışmadan önceki dönemlerde de FETÖ suç işliyordu değil mi? Emniyet-yargı-medya üçgeninde; kumpaslar, itibarsızlaştırmalar, usulsüz dinlemeler, tasfiyeler, dizaynlar, algı yönetimleri ve daha bilemediğimiz neler? Yaptıklarını kimlerin talimatıyla ve "kimlerin yararına" yaptıklarını sormama gerek var mı? Bu yapılanlardan kimlerin nasıl rant elde ettiğini dünya alem biliyor. O günlerde bunları alkışlayanlar kimlerdi? O günlerde yapılan kumpas ve tehditleri  "göre göre, bile bile" kimler desteklemişti? Şimdi soruyorum. ‘O dönemlerde bu maşayı tutan eller, maşadan daha mı temizdi?
 
SADAKATLE İHANET ARASINDA İNCE BİR ÇİZGİ VARDIR
14 yıl içerisinde suç işleyip de cezasını çekmeden televizyon kanallarında  dolaşarak yediği naneleri anlatan bir kimseye rastladınız mı? Söz gelimi hırsızlıkla maruf bir şahsın çıkıp da hırsızlığını anlatmasına tanık olduğunuz vaki mi? Ya da herhangi bir suç örgütüne mensup olan bir caninin gerine gerine işlediği suçu anlatmasına? Rastlamamışsınızdır mutlaka. Çünkü hukuk devletlerinde böyle şeyler olmaz.
İşlenen suçun üzerinden çok vakit geçip söz gelimi suç, zaman aşımına uğramış bile olsa,  suç olan eylemin övülmesi ve hangi amaçla olursa olsun anlatılması ahlaken kabul edilmeyecek bir davranıştır. Hukuk ve ahlak böyle diyor. Peki, “Suç işledim ama Allah’ım ve Milletim affetsin” demek suretiyle cezadan kurtuluş olabilir mi? Hukuk devletlerinde olmaz. Çünkü Allah’ta, millet’te affetse, kanun affetmez. İşte hukuk böyle bir şey. Şimdi gelelim sadede.
Vatandaş suç örgütünün tam göbeğinde bulunmuş, karar mekanizması yönetiminde aktif rol almış, finansmanını organize etmiş, belki de verdiği bir fikir veya aldığı bir karar ile binlerce kişinin mağdur olmasına sebep olmuşsa, ve bu kişi, elini kolunu sallaya sallaya gezerken yaptıklarını da ballandıra ballandıra anlatıyorsa, ona buna da suç atıyorsa, bir Allah’ın kulu da çıkıp “Kardeşim sen suç örgütünün içinde bulunmuşsun. Suç işlemiş olman kuvvetle muhtemeldir. Bütün bunların hesabını ver bakalım” demez mi? 
Başka biri “Ben suç örgütüne yardım ettim ama namazlarına, niyazlarına kandım, aldandım, aldatıldım” deyip işin içinden sıyrılmaya kalkarsa. Dolayısıyla kendisi de yargıyı aldatmaya çalışıyor olmaz mı? Bir diğeri mülkiyeti kamuya yani milletin kendisine ait olan arsa ve arazileri suç örgütüne tahsis edip üstüne üstlük “Ne istedilerse verdim ve hatta istemediklerini de verdim” demek suretiyle suçunu itiraf ediyorsa, bu itirafa rağmen hukuk devletinin cumhuriyet savcıları, “Gel bakalım hemşerim şunu birde bize anlat” demez mi? Demiyor işte. Dahası var.
Bir başkası çıkıyor örtülü olarak “Evet hepimiz suç işledik, suç örgütüne yardım ettik Allah ve Millet beni affetsin” demek suretiyle suçunu itiraf ediyor ama yine yapılan bu itirafın peşini takip eden kimse yok. Millet sahipsiz, millet maalesef kimsesiz.

Kanun, “fertler arasındaki veya fertle devlet arasındaki münasebetleri düzenleyen ve herkes için bağlayıcı olan hukuk kuralları” olduğuna ve gerek yargı organları (mahkemeler) ve gerekse idari merciler kanunlara uymak zorunda olduklarına göre, bütün bu olan biteni anlamakta ve açıklamakta güçlük çekiyoruz.
Anlayan ve anladığını anlatacak olan varsa beri gelsin. Sonuç olarak; Adalet herkese lazım. Suç şüphesi olanlar tutuklansın itiraz eden olmaz. Ancak, suç işlediği şüphesiz (kesin) olanlar da tutuklansın. Adalet, herkese  uygulanmalı.
Suç işlediği aşikar olanların hür olup sadece suç işleme şüphelilerinin tutuklanması adalet duygusunu zedeliyor. Allah'ın adaleti de akıldan çıkartılmamalıdır.
Hani bir söz vardır, “Allah’ın değirmeni geç öğütür ama, ince öğütür.” Bunu aklımızdan çıkarmayalım.
Kul unutsa da Allah unutmaz!
Hukuk askıya alınırsa eğer, devlete olan güven sarsılır. Devletin ayakta kalması ve terörün de önlenmesi bakımından terör örgütü mensuplarının içeri alınması ve yargılanması gereklidir. Buna kimsenin itirazı olmaz. Ancak terör örgütü ile hiç ilgisi olmayan insanları da bu çerçevede görevden uzaklaştırır veya alıkoyarsak haksızlığa uğrayan bu insanlar, Devlete nasıl bakarlar? Ne düşünürler? MHP olarak biz, bu insanların Devlete düşman olmasından endişe duyuyoruz. Devlet, yanlış uygulamaları ile insanları mağdur etmemeli ve aslında Devlete sadık olan insanları küstürmemeli. Şunu akıldan çıkartmamak gerekir ki:
“Sadakatle ihanet arasındaki ince çizginin korunması, Devletin şefkatli davranışına bağlıdır.”
 
Editör: Haber Merkezi