BATI SEVERLİK

                Muhafazakar-sağ düşüncenin şöyle bir bakışı vardı. “Batı’nın ilmini, fennini, tekniğini alacağız. Kültürünü, ahlakını, yaşantısını almayacağız.” Bu konuda güçlü bir örnek olarak da Japonya verilirdi.
                İlk modernleşme dönemlerinden itibaren tekrar edilse de, 1950’ler de siyaset sahnesine çıkmaya başlayan, muhafazakar-sağ-mühendis kuşak bu söylemi temel görüş saydı.
                Bugün geldiğimiz nokta da görüyoruz ki, bu işler böyle olmuyor. Aslında sosyal bilimcilerin bunu baştan bilmesi gerekirdi. Ama onlar da bu bakışın cazibesine kapılmışlardı. Netice de ne Türkiye’de modernleşme böyle oldu, ne de güçlü örnek Japonya’da…
                Peki, neyi başarmıştık?
                Türk devlet geleneğinin gücü, devlet-ebed-müddet anlayışıyla tarihin hiçbir döneminde hangi siyasi görüşe sahip olursak olalım, gayr-i milli bakışımız olmamıştı. İçerde ki muhalefetimiz, didişmemiz bizi düşmanla aynı kareye düşüremiyordu.
                Ne Cem Sultan, ne Said-i Nursi, ne Mehmet Ali Aybar, ne Necmettin Erbakan, ne de Muhsin Yazıcıoğlu… Müesses nizama ve ya hükümete olan muhalefetleri, onları iktidar olma hevesiyle düşmanla –Batı’yla- değil işbirliği yan yana dahi getiremedi.
                Solun da, sağında, milliyetçinin de, muhafazakarın da; temel bakışı Türkiye’den idi.
                Şimdi ne oldu da, sanki muhalefetin en azından önemli bir kısmı “Batı sever” oldu? ABD eski büyükelçilerinin makalesinden, İngiliz Başkonsolosunun mahkeme ziyaretinden, AB’nin raporundan sevinir oldular?
                Herhalde, bunlar ve bunlara ilave edeceğimiz birçok farklı güç Türkiye’yi çok sevdiklerinden ya da bu ülkenin ilerlemesini istediklerinden şu an ki pozisyonlarında değiller.
                Obama’yla Cumhurbaşkanı’nın konuşup konuşmayacağından; görüşünce sonra, söylediklerinden; İngiltere gazetelerinde ki muhalif yazılardan; Merkel’in ikiyüzlülüğünden; iktidar falı bakanlar, hiç mi tarih okumaz, millete kulak vermezler?
                Halktan kopuk iktidar hevesine düşerseniz pusulanızı da, yönünüzü de kaybedersiniz. Eleştiri başka bir şeydir, iktidar hırsının gözünüzü kör etmesine müsaade etmek başka… Bu savruluşlarınızı sadece muhalif olmakla açıklayamazsınız.
                Sanki bugün İngiltere ya da ABD Türkiye’ye müdahale etse sevinecekler. İngiliz ya da ABD Muhibleri Cemiyeti’ni yeniden kuracaklar.
                Çok şükür ki böyleleri milletin ekseriyetinden çıkmaz. Çıksa çıksa bir grup organik olmayan –Batı hormonlu- aydın ve ya yarı-aydın geçinenlerden çıkar.
                Yerli ve milli olmanın önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.
                Farklı düşünebiliriz. Geleceğe dair farklı hayallerimiz olabilir. Kimimiz iktidara muvafık, kimimiz de muhalif olabiliriz. Ama hepimiz yerli ve milli olmak durumundayız.
                12.Eylül zindanlarında dahi gelen yabancı heyetlere işkenceleri şikayet etmeyecek kadar onurlu, yabancı ülke parlamentosunda Türkiye aleyhine soru sorulduğunda “ben ülkemin sorunlarını burada konuşmam” diyecek kadar dik duruşlu tavra ihtiyacımız var.
                Hem ülkeyi sevmek iddiasında olmak; hem de Türkiye düşmanlarıyla aynı kareye düşmek ne demektir?
 
Hüseyin TUTUMLU
                   
 
Editör: Haber Merkezi