Bağdat Kadısı ve harami..

Şeyh Sadi Şirazî’den, darb-ı mesel olacak bir hikaye:

Bağdat kadısı bir gece ibadet etmek üzere evinden çıkıp bahçesinde ibadet etmek üzere yola çıkmışken önünü bir harami keser ve onu elbisesine varıncaya kadar soyar. Kadı perişan vaziyette evine döner. Sabahleyin harami kadının elbisesini giymiş atına da binmiş olarak kadının evini basar. Elinde de bir kitap tutmaktadır. Hizmetkârlar mani olmaya çalışırlarsa da başa çıkamazlar, harami kadının huzuruna çıkar. Bu kitapta halledemediğim bir Hadis’e rastladım, onu sormaya geldim der.

-Ey kâmil adam! Sen her bakımdan yüksek bir zatsın. Kötü hareketler sana uygun değildir. Hemen tövbe et, yanlıştan dön. Kimim kimsem yok diyorsun. Benim bir kızım var. Kızımı sana nikâhlamak istesem, malımın yarısını da size vereyim, afiyetle namus üzre yaşayın desem, ne dersin?

-’Baş üstüne’ derim.

Harami kalkıp Kadı’nın elini öper. Haramilik yapmaya da tövbe eder. Kadı efendi gülümseyerek:

-Bana güvendin, hemen kabul eyledin. Yalnız sana söylemem gerekir ki benim kızım, helal süt emmiş, haram yememiştir amma kördür!

-Allah’tan gelene ben bir şey demem.

-Benim kızım sağır, dilsizdir!

-Nasibimize ne yazılmışsa o gelir başımıza.

-Benim kızım elsizdir, ayaksızdır!

-Allah kızınıza neylediyse, bize de eyleyebilirdi. Kimseyi hakir görmem. Bir kere ‘tamam’ dedim. Kusurlarıyla kabulümdür, ben haktan geleni kusur saymam.

Kadı her seferinde haraminin itiraz etmesini beklerse de harami itiraz etmez. Bunun üzerine kadı da Bağdat’ın âlimlerini davet edip, kızını nikâhlar. Ancak damat düğün bitmeden gelini göremeyecektir.

Nikâh tamam olunca o ana kadar geçmişinden söz etmeyen eski harami kadıya der ki:

-Efendi hazretleri, ben aslımı size anlatayım. Ben ‘hoca Farah’ denen tacirin oğluyum. Adım Selim’dir. Babam öldükten sonra bana çok miktarda mal kaldı. Ama ben elimde mal tutmadım, harcadım. Okumaya hevesim vardı, ticaretle hiç uğraşmayıp ilim tahsil ettim. Kuran, fıkıh, Farisi, hikmet, gök bilim, hendese, velhasıl ne kadar ilim varsa heveslenip, tahsil ettim. Ne var ki, sonunda malım bitti, fakir düştüm. Çaresiz kaldığım için dün gece “Talihimi bir deneyim, bakalım sonum nice olur” dedim. Yolda size rastlamam bana büyük bayram oldu. Bağdat kadısının helal süt emmiş kızı ve helal malı bana kısmet oldu. Yoksa bu güne kadar kimse benden bir zarar görmemiştir.

Kadı efendi bunları işitince daha bir bahtiyar oldu. Sonunda düğün gerçekleşti, damatla gelin bir odaya konuldu. Harami gelinin duvağını açtığında gördüğü güzel gözlere öyle şaşırdı ki, nerdeyse yere düşüyordu.

-Fakat babanız ‘kör’ olduğunuzu söylemişti!

Genç kız billur gibi bir sesle cevapladı:

-Ben harama bakmam, gözlerim harama karşı kördür.

Damat Selim sevinçle karışık şaşkınlığına devam etti:

-Fakat konuştuğumu duyup cevap verdiniz. Oysa babanız sağır dilsiz olduğunuzu söylemişti!

-Ben dedikoduya sağır dilsizimdir. Ne duyduysam orda kalır, laf taşımam.

Gelin, Selim’in şaşkın bakışları altında ayağa kalkıp ellerini uzattı:

-Elleriniz, ayaklarınız !.. Elsiz ayaksız olduğunuzu da söylemişti!

-Allah’ın yasakladığına, harama elim ayağım gitmez. Harama elsiz ayaksızım, annem babam beni böyle yetiştirdi.

Selim sevinçten gözlerinin yaşardığını hissetti, abdest alıp şükür namazı kıldı. İki genç de murada erdi, ömür boyu saadet içinde yaşadılar.