Aday olmak..

Belediye başkanlığına aday olmak için vakit çok erken..

Ama..

Erken çalışmaya başlarsak yol alırız, diye düşünenler var..

Şöyle gelişir;

Aday olacak kişi, niyetini kendi açıklamaz.. Yakın gördüklerine “keşke aday olsa, iyi olur memleket için” diye söyletir..

Seçim yaklaştıkça, bu söylenti yayıldıkça yayılır..

Adaylar belli olmaya başladığında ortaya çıkar, açıklamasını muhtemelen şöyle yapar: “Bana ‘koyacak mısın’ diye sordular.. Düşündüm; koysam mı, koymasam mı derken, baktım ‘herkes illa koy’ diyor, ben de koydum..”der..

Sonunda;

Bak koymakla ne kadar da iyi ettin dediler. Sonra kaybolup gittiler.. Ben böyle adaylığın..”

Hayalkırıklığına uğrayanların gerekçesi aynıdır;

‘‘Herkes illa koy dedi..’’

Doğrusunu isterseniz bu kadar eş-dost var, bir tek kişi olsun bana öyle bir şey söylemedi...

Bilmiyorum size ‘‘illa koy’’ diyen oldu mu?..

Sadede geliyorum:

Sandıklı İGM üyesi Mehmet Utsal’ın, belediye başkanlığına aday adayı olacağı hafiften üfleniyor..

Utsal’a birisi hatırlatsa dese ki; “Bugünkü ortama güvenip aday olayım derken, belki elveda bile diyemezsin İGM’den giderken.”

Kabağın Sahibi..

Vaktiyle bir derviş berbere gider.

Berberden saçını dibinden kazımasını, sakal ve bıyığını kısaltmasını ister. Tereddütsüz bir şekilde berber koltuğuna oturan derviş:

“Vur usturayı berber efendi!” der.

Berber, dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş de aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:

“Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım!” diye kükrer.

Dervişlik bu…

Sövene dilsiz, vurana elsiz olmak gerek. Ses çıkarmaz, biraz çaresiz, biraz mütevekkil usulca kalkar yerinden.

Berber, bu gariban müşterisine karşı mahcup olmakla beraber kabadayının pervâsızlığından da korkmuştur. Ses çıkaramaz.

Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa baslar. Fakat küstah kabadayı, tıraş esnasında da boş durmaz; sürekli aşağılar dervişi, alay eder:

“Kabak aşağı, kabak yukarı!..”

Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası, yokuştan aşağı hızla kabadayının üzerine doğru gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir, kabadayının karnına batıverir. Kaşla göz arasında babayiğit kabadayı oracığa yığılır kalır, ölmüştür. Herkes bir anda olup biten bu olayın hayret ve şaşkınlığı içindedir. Berber de şok olmuştur; bir manzaraya, bir dervişe bakar ve dervişin beddua ettiğini düşünerek gayr-i ihtiyarî sorar:

“Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?”

Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:

“Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helâl etmiştim. Gel gör ki, kabağın bir de sâhibi var. O gücenmiş olmalı!”

***

Ne güzel Söylemiş Yunus Emre

‘’Olsun be aldırma yaradan yardır. Sanma ki zalimin ettiği kârdır.

Mazlumun ahı indirir şâhı, Her şeyin bir vakti vardır.’’