DİNAR’DAN NAFTALİN KOKULU ANILAR

Anılar bize, Türk kahvesi tiryakisi bir kişinin köz ateşinin külünde pişmiş köpüklü kahveyi içerken aldığı zevki, damak tadını ve mutluluğu verir. Bu yüzden her birimiz bu zevki, bu damak tadını ve mutluluğu yaşayabilmek için zaman zaman geçmişe döner, o günleri yeniden yaşarız. Bu gün yine sizlerle naftalin kokuları arasında gizlediğimiz ve andıkça mutlu olduğumuz, özlediğimiz o güzel, o eski günlere, anılara yolculuk ettirmek istiyorum.

Dinar’ın yakın geçmişini bilenler, o günlerin sosyal hayatında görülen ve yaşanan canlılığın, civar illerde bile olmadığını da bilirler. Konserler, tiyatrolar, Suçıkan, İncirli ve Santral Aile Parkları, Hıdrellez kutlamaları… Önce Yüksek Tahsil Cemiyeti’nin başlattığı çeşitli etkinlikler… Sonraki yıllarda Dinar Lisesi’nin tiyatro, münazara gibi etkinlikleri ve mezuniyet geceleri… Kız Meslek Lisesi’nin sergi ve defileleri… İlçenin en nezih yerlerinde her yıl yapılan cumhuriyet baloları, ünü Antalya ve İzmir’e kadar uzanmış olan Bekirler Saz Grubunun çoğu illerde bile o yıllarda göremediğiniz Türk Sanat Müziği ve dans müziği ziyafetleri…

Dinar Dörtyol’da Bahçeli Saray Lokantası, çarşı merkezinde İmren lokantası… Bu iki lokantada hafta sonları Dinar eşrafının aile yemekleri; doktor, avukat, hâkim, savcı, öğretmen, gibi pek çok memur ve esnafın geç saatlere kadar süren sofra muhabbeti… Yemek saatlerinde yemek molası veren onlarca yolcu otobüsleri…

Sonra gençlerin edep ve saygıda kusur etmeden, hiçbir taşkınlığa meydan vermeden gerçekleştirdikleri tren karşılamaları, tren uğurlamaları… Dinar İstasyonu’nda bayram hareketliliği.  Başlarına baharı vurmuş gençlerin, duygularını yine edep ve hayâ içinde kontrol ederek Hollywood Caddesi’nde volta atmaları ve bu caddenin birbirinden güzel kızlarına kur yapmaları…

Caddelerin, sokakların arıklarından şırıl şırıl akan sular… Geç saatlere kadar sohbetlerin koyulaştığı kahveler… Koca çınar altında bir koca kahve… Yaşarın Kahvesi… Masalarda baş başa vermiş, bacak bacak üstüne atmış, külde pişmiş kahveleri yudumlayan ağalar, efendiler, beyler…

Sonra elbette bugün sosyal hayatımızdan çekilip giden sinemalar, sinemaları dolduran cıvıl cıvıl insanlar… Kahkahalar, ıslıklar… Sinema perdelerden gönüllere akan acılar, mutluluklar, aşklar… Yazlık sinemalarda göz göze gelen âşıklar… Kuruyemişçiler, gazozcular… Bugün hayatımızdan çekilip giden güzellikler, dostluklar, arkadaşlıklar…

Ah o sinemalar… O hayatımızın bir yönü, bir yanı olan, bizi ağlatan, güldüren filmler… O dönem sinemalar sosyal hayatımızın tadı, tuzuydu. Yıldız Sineması, Kızılay Sineması, Emek Sineması, Başaran Sineması, Özen Sineması, Belediye Sineması, Topuzoğlu Sineması, Lale sineması… Şu anda aklıma geliverenler değil, unutamadıklarım. Adını söylediğimiz sinemaların elbette bir de yazlığı vardı. O dönemde Dinar’ı çevreleyen il ve ilçelerin hiç birinde bu kadar sinemayı bulmamız zor değil imkânsızdı. Dinarlının sinemaya olan ilgisi görülmüş şey değildi.

Her akşam bütün sinemalar dolar, hatta kapalı gişe oynardı. Hafta sonları, yani tatil günleri kadınlar matinesi yapardı sinemalar.. Genç kızlar ve kadınlar mahallelerden gruplar halinde akın akın sinemalara koşardı. Sinema önlerinde ve gişelerde bu yüzden izdiham yaşanırdı. Yazları, filmi yazlık sinemalarda seyretmek Dinarlılar için ayrı bir keyifti.

Sinemalar müşteri çekmek için genelde çift film oynatırlardı. Sinemaya gitmek öğrencilere yasaktı. Okul idarecileri sık sık sinemaları kontrol eder, yakaladıkları öğrencileri cezalandırırlardı. Böyle olduğu halde, sinemaların en daimi müşterileri öğrenciler olurdu.

O günlerde sinemaya gitmek, film seyretmek genç ihtiyar her Dinarlının tutkusuydu. Film komediyse kahkahadan kırılır, dram ya da trajediyse üzüntüden göz yaşı döker karalar bağlanırdı. Bazen kahramanlık ve savaş filmleri olurdu. Biz gençler bu filmleri daha büyük bir zevkle izlerdik. Bugün gibi hatırlıyorum “Gurbet Kuşları” filmini izlerken koro halinde ağladık. “Yedi Dağın Efesi” filmde gençliğimizin hayratlığını yaşadık. Film artistlerinin adeta yerine kendimizi koyduğumuzu ve filmi yaşadığımızı hatırlıyorum. Sadece biz mi? Kadınlar matinesini bir görseydiniz. Nuri Sezigüzel’in “Kara Tren” filmini izleyen halıcı kızların koro halindeki ağlamaları aklıma geliyor, kendimi gülmekten alıkoyamıyorum.

O zaman Dinar’da çok sayıda sinemanın olması rekabeti de beraberinde getirmişti. Sinemacılar kaliteli film getirme konusunda birbirleriyle yarışırlardı. O yüzden Dinar halkı 1960 ile 1975 yıllar arasında Türkiye’de üretilen en güzel Türk filmleri ile Amerikan filmlerini seyretme fırsatı yakalamışlardı. Yine sinemacılar getirdikleri filmlerin tanıtımını en iyi şekilde yapmak için reklama ve fragmana çok önem verirlerdi.  Her mahallenin son sokağına kadar gezici anonsçular dolaşır ve film duyuruları eksiksiz yapılırdı. İki çocuk film afişlerinin raptiyelendiği reklam panosunu iki yandan tutar, yanlarında daha yetişkin bir anonsçu, elinde tenekeden yapılmış uzun bir huniyi megafon gibi kullanarak mahalle mahalle gezerdi.

“Bugün akşam yazlık Emek Sineması’nda iki film birden… Yeşilçam’ın en çok sevilen kadın oyuncusu Hülya Koçyiğit ile tüm genç kızların sevgilisi Ediz Hun’un başrolü oynadığı bir aşk filmi; Samanyolu… İkinci film ise yine Yeşilçam’ın en güçlü oyuncularının başrolü paylaştığı yılın unutulmaz filmi, Dağların Kartalı…   Ayhan Işık, Kadir İnanır, Hayati Hamzaoğlu ve Hülya Darcan’ın unutulmayacak filmi, Dağların Kartalı… İki dev film birden, bu akşam Emek Sineması’nda..” Hemen her gün duyduğumuz film anonslarından biriydi bu…

Sonra kim olduğunu, nereden geldiğini bilmediğim, ancak Dinar’ın bu sinema tutkusuna renk katan bir Şarlo’muz oldu bizim… Dinar’ın Şarlo’sunu benim yaşıtlarımdan tanımayan yoktur. O’nu tanımamız yaptığı işle ilgilidir. Şarlo eşine ender rastlanan renkli bir simadır. Bu renkli sima Dinar’da sinema film reklamlarına, tanıtım anonslarına kendisi gibi renk getirmiştir. Şarlo ata biner, arkasına film afişini yapıştırır, elinde tenekeden, megafon görevi yapan bir huni… Bu haliyle Dinar’ın birkaç kez altını üstüne getirir. Her mahalleye, her sokağa girerek anons etmekle yetinmez, adeta ev ev gezerek işini, renkli kişiliğini de katarak en iyi şekilde yapardı.

Dinar’da o zaman halka sinemayı sevdirenlerden biri de makinistlerdir. Bizim çocukluk ve gençliğimizde hepimizin yakından tanıdığı ondan fazla makinist vardı. Hüseyin Gönüllü,   Besim Salman, Erdoğan Yalçın makinistlerin en tanınmışlarıydı. Elektrikler kesildiğinde ıslık çaldığımız, filmin sesi gittiğinde “makinist ya ses, ya kes” diye bağırdığımız; sinemanın hem en gözde hem de hedefte olan çalışanları makinistlerdi. Bunlar kendi mesleğini yaratan, yani mesleği kendi gayretleri ile öğrenip icra eden insanlardı. Bunlar Dinar’da sinema kültürünü geliştiren insanlardı. Dinar’ın bir kültür kenti,  bir sosyal yaşam kenti, bir cazibe merkezi olmasında emeği geçen bu insanların çoğu bugün sinemalarımız gibi çekilip gitti.

Dinar’ın geçmişi her bakımdan parlaktır. Dinar anılar yumağında mutlu insanların yaşadığı bir kenttir. Dinar’ın anıları bir tarihtir. Anılar, kentlerin tarihidir. Dinar, anılarını anarak geleceğe umutla bakmaktadır. Bu anılar her birimizin hayatından, hayalinden güzellikler saklamaktadır. Anılar, Dinar’ın yeniden ayağa kalkmasının, yeniden Altın Şehir olmasının gücü ve kuvvetidir. Dinar’ı anılarla yaşamak ne güzeldir…

Saygılarımla….